17 Nisan: Katliamla Sonuçlanan Bir Direnişin Öyküsü
Toprak, kır nüfusu için onurlu yaşamanın asli güvencelerinden biridir. Dünyanın pek çok yerlerinde tarım sektöründe ciddi bir yoksulluk vardır. Topraksız işçilik yaygındır. Sermaye birikiminin küresel eğilimi, kırsal-tarımsal toprakların maden, enerji, ulaşım, sanayi, turizm gibi amaçlarla temellük edilmesidir. Buralarda yaşayan ve çalışan çiftçiler topraklarından edilerek kır ve kent yoksullarına dönüşür. Kır proletaryası genişler, güvencesizleşir.
Brezilya’da kökleri 80’lerin başına dayanan Topraksız Kır İşçileri Hareketi-MST buna benzer bir konjonktürde ortaya çıkmıştır. Brezilya, Türkiye’ye kıyasla kocaman bir ülkedir ve büyük toprak sahipliği (latifundio) yaygındır. 60’larda askerî diktatörlüğün yerleşmesiyle birlikte mülksüzleşme ve işçileşme süreçleri yoğunlaşır. Kır ve kent arası geçiş bölgelerinde topraksız, mülksüz, güvencesiz işçi yığınları birikir. MST, bu işçilerin örgütlenerek büyük toprak sahiplerinin topraklarını işgal etmesiyle ortaya çıkan kudretli bir kır işçileri hareketidir. Temel hedefi tarım reformu yoluyla topraksız kır işçilerinin topraklandırılması, agroekoloji yoluyla sağlıklı gıda üretimi, ülke ölçeğinde gıda egemenliği ve sosyalizmin inşa edilmesidir. Böylece kırda haysiyetli bir yaşam kurulabilir.
MST, bu hedefleri hayata geçirmek için toprak işgali yanında uzun yürüyüşler ve doğrudan eylemler örgütler. 1996 yılının 17 Nisan günü Brezilya’nın kuzeyinde yer alan Eldorado do Carajás’ta, tarım reformunun uygulanması için böyle bir yürüyüş gerçekleştirir. Askeri polis ve paramiliter güçler bu yürüyüşe saldırır. 19’u olay esnasında, 2’si daha sonra hastanede olmak üzere toplam 21 topraksız kır işçisi yaşamını yitirir. O esnada Meksika’da Konferans için toplanmış olan küresel köylü hareketi La Via Campesina delegeleri, 17 nisan tarihini Uluslararası Köylü Mücadeleleri Günü ilan eder. Eldorado do Carajás Katliamı, topraksız kır işçilerinin mücadelesini uluslararası bir boyuta taşırken, hayatını kaybeden topraksızlar, tarım reformu mücadelesinin sembolü hâline gelmiştir.
Türkiye’de tarım emekçiliği
Türkiye’de topraksız köylülük kuşaklar boyu süren, yapısal bir meseledir. Çukurova’nın, Aydın’ın verimli ovalarına dair anlatılarda, Yaşar Kemal’in İnce Memed’inde, günümüzün sebze ve meyve bahçelerinde, fındık ve pamuk tarımında, topraksız kır işçilerinin emeği, alınteri vardır.
Bu emek, 80’lerde başlayıp günümüzde yerleşiklik kazanmış olan neoliberal politikalarla çok daha yaygınlaşmıştır. 1995’te Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması, AB uyum süreci, 2000’lerin başı itibariyle IMF ve DB tarafından dayatılan Tarımsal Reform Projesi, Türkiye’nin tarımsal üretimde oynaması istenilen rolü genel hatlarıyla tarif etmiştir. Uygulanan özelleştirme, güvencesizleştirme politikalarıyla birlikte küçük çiftçiler kitlesel olarak tarımı terk etmeye başladı. Tarımda ısrar edenler giderek yarı-proleter bir karakter kazandılar. Günümüzde Türkiye’de tarımsal üretimin emeğini küçük toprak sahibi köylülerin yanında yoğunlukla mevsimlik tarım işçileri, gündelikçiler, yarıcılar ve göçmen tarım işçileri üstlenmektedir.
Bu ülkenin topraksızları, son derece güvencesiz yaşam şartlarında hayatlarını sürdürürler. Kendi köylerinden, memleketlerinden sürekli başka yerlere göçmek zorundadırlar. Çalışacakları havzalara yolculuk ederken yolda kaza geçirirler.[1] Mevsimlik konakladıkları bölgelerde, pek çok altyapı imkânından yoksun bir şekilde, çadırlarda yaşarlar. Aileleri kalabalıktır. Yaşlılarıyla, çocuklarıyla çalışırlar. Yaklaşık 400 bin çocuk mevsimlik işçilik yapmaktadır. Kadınlar tarlada çalışmanın yanında ailenin bakım işleriyle uğraşır, çifte sömürüye maruz kalır. İş kazalarında adları yoktur. Sosyal hakları yoktur. Borçlu ve güvencesizdirler. Kürt, Afgan veya Suriyeli oldukları için, daha düşük ücretle çalışmaya mahkûm edilirler. İşveren tarafından aşağılanırlar, sıklıkla şiddete maruz kalırlar. Ağır çalışma koşullarından dolayı farklı türde meslek hastalıklarına maruz kalırlar.[2] Çalışmak için yollarda, çalışırken tarlalarda, sigortasız, güvencesiz, cinayete kurban giderler.[3]
Bu ülkenin küçük toprak sahibi köylüleri, yarıcıları borçludurlar. Çoğunlukla tarımda bir gelecek görmezler. Köylerde sosyal imkânların daralmasından dolayı kente göçmek isterler. Yaşam ve üretim alanları HES, JES, RES, maden, yol, termik santral gibi sermaye projeleriyle talan edilmiştir. Sigortalı bir iş için işçilik yapmaya zorlanmışlardır. Sözleşmeli çiftçilikle kendi arazilerinde marabaya dönüştürülmüşlerdir. Yoğun borçlanma sebebiyle intihar edenleri vardır. Sosyal hakları, güvenceleri yoktur.
Ezcümle, kırda dönüşüm ve tasfiye sürecinin yükü emeğiyle geçinen köylülerin, topraksız tarım işçilerinin üzerine bindirilmiştir. Devlet, “düzenleyici” bir role çekilerek köylüleri enerji, maden, tarım, ulaşım vd. şirketleriyle baş başa bırakmıştır. Egemenler, köylüleri destekleme mekanizmalarını popülist bir araç olarak kullanmakta, köylüleri oy deposu olarak görmektedir.
Kırda yaşanan bu dönüşüm ve ortaya çıkan “yeni toplumsal düzen”, önümüzdeki dönemde de devam edecektir. Muhtemelen destekleme politikaları revize edilecek, köylüler adına bir siyaset mekanizması tahkim edilecektir. 2019 seçimleri sonrasında gıda ve tarım alanında belediyeler eliyle yürütülen süreç de bunun göstergesidir. Nihayetinde köylüleri bu düzene ikna etme çabalarının bir parçası olarak görülmelidir. Üstelik, gıda egemenliği ve agroekoloji gibi, taban hareketlerinde inşa edilen, özü itibariyle anti-kapitalist olan yaklaşımları da kullanmaktan çekinmemektedirler. Taban hareketlerinde yer alan özneleri yeni düzene ikna edecek projeler geliştirmektedirler. İklim değişikliği, kalkınma, temiz enerji, sürdürülebilir tarım, sosyal sorumluluk gibi başlıklar altında sivil toplumculuk teşvik edilmekte, fonlar aktarılmaktadır. Kırın dönüşümü ve yeşil kapitalizm eşanlı inşa edilmektedir.
Türkiye’de kırsal alanda mücadeleler
Kırda yaşanan bu dönüşüm ve tasfiye sürecine karşı köylüler ve kır sakinleri pek çok yerde direnişler örgütlediler. Çiftçi ve köylü sendikaları kurarak, ürünlerine sahip çıktılar. Onlarca platform, dernek, yerel taban inisiyatifi kurarak yaşam alanlarını savundular. Türkiye’nin pek çok yerinde derelerine, ormanlarına, köylerine, yaylalarına, ezcümle ortak varlıklarına sahip çıktılar.
Çiftçilerin ürünlerine sahip çıkma, köylülerin yaşam alanlarını savunma mücadeleleri bugün de kırın belirleyici direniş hattını oluşturmaktadır. Bunun yanında, topraksız kır işçilerinin sömürü koşullarına karşı mücadelesini de merkeze almak elzemdir.
Türkiye’de topraksız köylüler ve küçük çiftçiler ayağa kalktığında, karşılarında sermaye sınıfının temsilcilerini bulmaktadır. Bu kesimlerin siyasilerle, belediyelerle, üniversitelerle, eğitimle, medyayla rıza üretme kapasitesi yüksektir. Mecliste milletvekilleri, sokakta kolluk güçleri, mafyatik ilişkileri, dayıbaşları, ağaları, sanayici ittifakları yaygındır. Düzen partilerinin teşvik ettiği bürokratik ve teknokratik örgütlenmeler de köylülerin özgürleşmesini sağlamaz. Fonculuk yoluyla teşvik edilen sivil toplumculuk, tarım emekçilerinin ve köylülerin kendi söz sahibi olduğu örgütlenmelerini inşa etmenin önünde engeldir.
Sermayenin birikim ve talan projelerinin hayata geçmesi, küresel tarım ve gıda şirketlerinin sömürü ağının derinleşmesi, tarım emekçilerinin ve kırda yaşayan kesimlerin örgütsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Sermaye sınıfının güçleri karşısında, bu ülkenin köylülerinin ve topraksızlarının haysiyetini kuracak bir ruha ihtiyaç var.
Tarım emekçilerinin söz ve karar sahibi olduğu, komite ve meclislerle tabandan örgütlenmiş; sermayeden, devletten ve siyasi partilerden bağımsız, mücadeleci ve hak alıcı bir sendikal odağa bugün her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye’de çiftçilerin, köylülerin, tarım işçilerinin sermaye karşısındaki mücadelesi yükseltilmelidir. 17 Nisan Uluslararası Köylü Mücadeleleri Gününün ruhu, sabırlı, adanmış ve direngen bir mücadele hattının örülmesi gerektiğini gösteriyor. Kariyerist ve popülist pratikler karşısında konumlanmak; solun veya sağın düzene entegre edemeyeceği, iç dayanışması güçlü, gıda egemenliğinin hakikatiyle kuşanmış bir tarım emekçileri hareketi inşa etmek temel görevlerimizdendir.
[1] İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin her sene yayınladığı iş cinayetleri raporunun gösterdiği üzere, her yıl yüzlerce tarım işçisi iş cinayetine kurban gidiyor. Özellikle mevsimlik tarım işçileri, çalışmak için düştükleri yollarda, trafik kazalarında ölüyor. Kamyon ve römork kasalarında yolculuk yapmak, minibüslerin kapasitesinden fazla şekilde tıkabasa insan ve eşyayla doldurmak, uzun yollarda bakımsız araçlarla seyahat etmek, bu cinayetlerin sebebi.
[2] Maruz kaldıkları pestisitler sebepli solunum sistemi, deri hastalıkları, nörolojik bozukluklar, bazı kanser türleri, kas-iskelet sistemi hastalıkları, psikososyal sorunlar, düşük ve ölü doğumların meydana gelmesi, kısırlık ve tarım ilaçlarından kaynaklanan solunum hastalıkları karşılaştıkları önemli sağlık sorunlardır.
[3] 2021 yılında tarım orman işkolunda 161 çiftçi, 157 tarım işçisi iş cinayetinde yaşamını yitirmiştir. Bkz: https://www.isigmeclisi.org/20722-2021-yilinda-en-az-2170-isci-is-cinayetlerinde-hayatini-kaybetti