TÜRKİYE’DE TARIMIN GENEL DURUMU VE TARIM-SEN

Giriş

Tarım, doğa ve emek kaynakları yoluyla gıda ve gıda hammaddesi üretimi anlamına gelir. İklim koşulları, toprak yapısı, girdiler ve emek gücü, tarımsal etkinliğin temelini oluşturur. Tarımsal faaliyeti gerçekleştiren tarım emekçileri, toplumların beslenmesinde hayati bir rol oynamaktadır.

Cumhuriyet tarihinde tarım, giderek azalmakla birlikte her daim önemli bir faaliyet olmuştur. Kendi iç piyasasına yeterli gıda üretebilen, fındık, çay, pamuk, meyve-sebze gibi ürünlerini ihraç edebilen, pazarda her daim yerel taze ve güvenli meyve-sebze bulunabilen, yerli mahsül hububat ve bakliyatın raflarda yer bulabildiği “köylü ülkesi” olan Türkiye, zamanla geçirdiği dönüşümlerle küresel piyasalara eklemlenmiş, proleterleşme oranları artmış ve kırsal nüfus giderek azalmıştır. 

2. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’sinde Marshall planı kapsamında hayata geçen “yeşil devrim” Türkiye tarımındaki yapısal dönüşümü takip etmek için önemli bir momenttir. Bu süreçle birlikte tarımda mekanizasyon, sanayi odaklı üretim süreçlerinin gelişimi, küçük çiftçiliğin gıda piyasasına bağımlı hale gelmesi ve tarımda monokültür üretim sisteminin yaygınlaşması hızlanmıştır. 1980 itibariyle Türkiye’de yürürlüğe konulan neoliberal politikalar, tarımsal yapıda hakim olan kamu sisteminin köklü bir şekilde tasfiyesini beraberinde getirmiştir. 80’den günümüze ana eğilim, küçük üreticiliğin geniş ölçekli tasfiyesi, kooperatif ve kamu kuruluşları yapısının dönüşümü, artan şirketleşme ve süpermarketleşme olgularıdır. Günümüz Türkiye’sinin tarım emekçiliği, bu dönüşüme bağlı olarak şekillenmiştir.

Bugün tarımda yaklaşık 5-6 milyon emekçi çalışmaktadır. 2022 yılı başında kayıtlı çiftçi sayısı 520 bin civarındadır. 1 no.lu Avcılık, Balıkçılık, Tarım ve Ormancılık işkolunda sigortalı olarak çalışan işçi sayısı 180 bin civarındadır. Mevsimlik işçilerin sayısı 1 ila 3 milyon arasında değişmektedir. Bunlar arasında göçmen işçiler de yer almaktadır. Tarımda çalışan emekçilerin büyük çoğunluğu sigortasız, kayıt dışı çalışmakta, yüksek borçluluk altında yaşamlarını sürdürmektedir.  

Neoliberal tarım politikaları

80’lere kadar Türkiye’nin tarım politikası çeşitli aşamalar geçirmekle birlikte daha çok küçük çiftçiyi destekleyen, bir takım kamu iktisadi kuruşları ve devlet güdümlü kooperatifler yoluyla ürün  tedarik, işleme, dağıtım ve pazarlama işlerini üstlenen “korumacı” bir yapıya sahipti. Bu korumacı yapının temel sebebi, tarımsal üretimden sanayiye sermaye aktarımı, ülke nüfusunun beslenmesinin ülke içi kaynaklarla sağlanması, kentleşmenin yeterli ölçüde olmaması ve toprak sahibi kesimin hâlâ büyük çoğunluğu oluşturmasıydı. Kır ile kent arasındaki ayrım daha keskin olmakla birlikte bağlar daha güçlüydü. Kentte yaşayan emekçilerin büyük kısmı köyde yaşayan akrabaları yoluyla beslenme ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Küçük üreticiler, ürünlerini TEKEL, TMO, ÇAYKUR, Et ve Balık Kurumu, TÜRKŞEKER gibi devlet kurumlarına, FİSKOBİRLİK, MARMARABİRLİK, PANKOBİRLİK, TARİŞ gibi kooperatif birliklerine her hasat sezonu öncesi devletin belirlediği taban fiyatı üzerinden satabiliyordu. Taban fiyatları üreticileri koruyan ve destekleyen bir şekilde düzenleniyor, devlet piyasayı düzenleyecek bir aktör olarak işlev görüyordu. Bu durum tarım emekçilerinin çıkarlarının tam olarak yansıtıldığını ifade etmese de, asgari ölçüde tarıma devam etmelerini ve köyde yaşamayı sürdürmeyi mümkün kılan dinamikler olarak görülebilir.

80’den sonra uygulamaya konulan politikalarla, Türkiye tarımının finansmanı uluslararası krediler üzerinden yeniden düzenlenmeye başladı. Dünya Bankası ve İMF’nin kredi fonlarıyla yapılan müdahaleler, tarımsal yapının piyasalaşmasına yönelik politikaları da beraberinde getirdi. Çay, şeker ve tütün yasalarıyla birlikte bu ürünlerde devletin tek alıcı (tekel) pozisyonu ortadan kalktı. 2001 yılında yürürlüğe konulan Tarımsal Reform Uygulama Projesi ile birlikte tarımsal desteklemelerin kısıtlanması, çiftçilerin kayıt altına alınması ve tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin şirketleşmesi hedeflendi. FİSKOBİRLİK yaşanan bu dönüşüm sürecinde fındık alımındaki pozisyonunu yitirerek piyasa içerisindeki bir aktöre dönüştü. ÇAYKUR’un özelleştirilmesi süreci 1984 yılında çıkarılan Çay kanunu ile başlamış olup son dönemde kota ve kontenjan uygulamalarıyla özel şirketlerin hakim hale geldiği bir sürece evrildi. TARİŞ piyasa içerisindeki rolünü yitirerek taban fiyatı açıklamada yetersiz, üreticilere güven vermeyen bir kuruma dönüştü. Bunların karşısında, orta ve büyük, ulusal ve uluslararası şirketler piyasada güç kazanmaya başladı.   

Türkiye tarımının güncel durumu küresel işbölümü ve rekabet koşullarına göre belirlenmektedir. Türkiye tarımı bugün ihracat odaklı, monokültür, yoğun girdi kullanımı ve emek sömrüsüne dayanan bir yapı görünümündedir. Küresel tedarik zincirlerinin ihtiyaçları doğrultusunda, ucuza üretilen ürünler katmadeğerleri şirketlere kalacak şekilde ihraç edilmekte, iç piyasaya yönelik daha az nitelikli ürünler kullanılmaktadır. Zamanında Türkiye’de üretilen, hatta Türkiye’nin biyoçeşitliliğine bağlı olarak geleneksel olarak üretilen pek çok ürün, düşük maliyetli üretildiği başka ülkelerden Türkiye’ye ihraç edilmektedir. Patronlar, üretim süreçlerinin bütününden sermaye birikimi elde etmekte, tarım emekçileri yoğun borçlanma, kötü çalışma ve yaşam koşulları altında sömürülmekte, iflas etmekte, iş cinayetlerine kurban gitmektedir. Kentte yaşayan emekçiler de sağlıksız gıdalara yüksek fiyatlarla ulaşmakta, beslenirken sağlıklarını kaybetmekte ve süpermarket sistemi tarafından sömürülmektedir.

Köylülüğün geçirdiği dönüşüm ve proleterleşme süreçlerinin hızlanmasına ek olarak, tarım arazilerinin maden, enerji, ulaşım ve turizm amaçlı kullanım süreçleri de tarımsal yapının dönüşümünde önemli bir rol oynamaktadır. 2000’lerin başı itibariyle hızlanan bu süreç, arazilerin, ortak varlıkların el konularak köylülerin mülksüzleştirilmesi, yer yer göçlerin yaşanması ve işçileşmenin artmasını beraberinde getirmiştir.

Özetle, tarım piyasalaşan ilişkilere bağlı olarak bir takım tarım-gıda şirketinin söz sahibi olduğu, şirket tarımı modeli tarafından belirlenir hale geldi. Patronların ve tarım şirketlerinin talepleri doğrultusunda uygulanan tarım politikaları, Türkiye tarımını küresel tedarik zincirinin bir halkasına dönüştürmüştür.

Tarım Emekçilerinin Güncel Durumu

Emeğiyle geçinen küçük üreticiler, eskiden ürünlerini kooperatiflere veya devlet şirketlerine satarken, bugün çok daha fazla şirket tarım sistemine entegre olmuş durumdadır. Şirketler, şirket gibi çalışan kooperatifler, kâr amacı güden devlet şirketleri, belediye iştirakleri, tüccarlar bugün asli alıcı durumdadır. Küçük üreticiler neredeyse tamamen küçük meta üreticisine dönüşmüş, piyasada ayakta kalma savaşı veren bir toplumsal kesim olarak bugünün tarımsal yapısında yer almaktadır. Mevcut hâl içinde devam etmekte zorlanan özellikle genç kesimler tarımda bir gelecek göremediği için ucuz iş gücü olmayı tercih ediyorlar. İşletmeye dönüşmüş olan küçük üreticilik, piyasada rekabet etmenin girdabında, üretimi sürdürmekle proleterleşmek arasında debelenmektedir. 

Küçük üreticilerin borçlanma, geleceksizlik ve güvencesizlik koşullarını pekiştiren temel dinamiklerden biri de sözleşmeli tarımdır. Ürünün fiyatını hasattan yaklaşık bir yıl önce belirleyen şirketler, kendi istedikleri tohum ve girdilerin kullanımıyla, kendi planladıkları üretim süreciyle küçük çiftçilerin ürünleri üzerindeki kontrolü ele geçirmekte, çiftçileri kendi tarlalarında işçiye dönüştürmektedir. Bu süreç tarımda proleterleşmenin döneme özgü bir biçimidir ve tarımdaki sendikalaşma mücadelesinin küçük çiftçiler açısından maddi koşullarına işaret etmektedir.

Kendi arazisi olmayan veya mevcut arazisinde geçinme koşulları bulamayan köylülerin sıkça başvurduğu, küçük ve orta çiftçilerin de emek gücü ihtiyacını karşılayan “yarıcılık” ve “üçte bircilik” tarımsal yapının önemli dinamiklerinden biridir. Bu kesim, yerel/bölgesel emek gücünü karşılaması açısından bazı ürünlerde önemli bir rol oynarken, kırsal kesimde hayatta kalmanın da bir biçimidir. Yarıcılar, küçük üreticilerin karşılaştıkları risklerin pek çoğuyla karşılaşırken, toprak da dahil olmak üzere herhangi bir güvenceleri bulunmamaktadır.

Yarıcılığın yanında “gündelik” ve “yevmiye” usulü çalışmak da bazı bölgelerde oldukça yaygındır. Kendi arazisini işlemenin yanında başkalarının arazilerinde tarım işçiliği yapan köylüler, ancak bu şekilde geçinebilecekleri maddi imkanları yaratabilmektedir. Ayrıca, bazı bölgelerde köylü hanelerinde, üretilen ürünlerin işleme süreçlerinde fabrika işçisi olarak çalışma durumu yaygındır. Çay, incir, zeytin gibi ürünlerin hasatı sonrası tarım emekçileri bu işletmelerde çalışarak geçinme koşulları yaratmaktadır.

Mevsimlik ve göçmen tarım işçiliği, Türkiye kapitalizminin en vahşi sömürü koşullarının yaşandığı işçilik biçimlerinden biridir. Aileleriyle göç eden işçiler, derme çatma çadırlarda, hijyen ve sağlık açısından son derece kötü koşullarda yaşamlarını sürdürmektedir. Ulaşım süreçlerinde ciddi kazalara ve iş cinayetlerine maruz kalmaktadırlar. Bu işçilerin ücretleri yerli işçilere göre düşüktür. Sosyal güvenceleri yoktur. Ayrıca, bölgesel ölçekli ırkçılık, yer yer linç vb. şiddet biçimleriyle karşı karşıya kalmaktadırlar. 

Bulundukları bölgelerdeki tarımsal emek ihtiyacını karşılayan topraksız tarım işçileri, mevsimlik ve göçmen işçilere kıyasla “yerli işçi” olmanın getirdiği ücret avantajı dışında tarım işçilerinin yaşadığı sömürü koşullarını bizzat yaşamaktadır. Bu sömürünün başında ücretlerin düşük olması, herhangi bir sosyal güvencenin bulunmaması, kamunun sosyal-kültürel imkanlarının son derece kısıtlı olması gibi hususlar gelmektedir.

Türkiye tarımının ihracata yönelmesi ve teknoloji kullanımının yoğunlaşmasıyla birlikte artan seracılık faaliyetleri, tarımsal sanayinin gelişmesi ve önümüzdeki dönem kapitalizmin yöneldiği tarımsal organize sanayi ihtisas bölgeleri (TOSİB) gerçekliği, tarımdaki modern işçileşme sürecini anlamamız için asli unsurlardan biridir. Modern ve teknolojik işletmelere dayanan bu yapılarda, fabrika tipi tarımsal üretim pratikleri ve dolayısıyla emek rejimleri geçerlidir. Bazılarında dönemsel, yer yer kalıcı sigortalı çalışmanın da görüldüğü bu işletmeler, tarımsal yapının yakın gelecekteki önemli bir dinamiğini oluşturmaktadır.

Tarım emekçilerinin karşı karşıya kaldıkları bu tablo, Türkiye’nin tarımsal yapısının dönüşümü ve güncel haliyle doğrudan ilişkili olarak, kapitalizmin tarımda yerleşmesi, güvencesizliğin, borçluluğun ve denetimsizliğin yaygınlaşması, neredeyse sıfıra yakın bir örgütsüzlük ekseninde tüm bu sorunlar karşısında hayatta kalma mücadelesi verilmesinden kaynaklanıyor. Küçük çiftçi sayısının azaldığı, sözleşmeli çiftçilik biçiminin yaygınlaştığı, büyük sermayenin kontrolünün ve kârının derinleştiği bir dönemdeyiz. Eskinin toprak ağalığı, marabalığı, ezilmişliği yepyeni koşullarda, modern işçilik ve kölelik biçiminde gerçekleşiyor. 

Tarım Emekçilerinin Örgütlenme ve Direniş Eğilimleri

Tarımda kapitalistleşme ve köylülüğün dönüşümü süreci karşısında, küçük çiftçiler ve tarım işçilerinin farklı türde direniş eğilimleri oldu. 80 öncesi tarım işçilerinin toprak işgalleri, küçük çiftçilerin sendikalaşma çabaları, tabandan-demokratik kooperatifçilik pratikleri bu direnişlerin önemli örnekleriydi.

2000’lere kadar tarımsal yapının görece daha yavaş dönüşümü, küçük çiftçi kesimlerinin çeşitli ayrıcalıklarını koruyabildikleri örgütlenme ağlarının varlığıyla paralel şekilde okunabilir. Ziraat Odaları ve tarımsal kooperatiflerde görülen bu örgütlenme ağları, ürün fiyatlarının belirlenmesi hususunda hâlâ bir baskı unsuru olarak işlev görmekteydi. 80’lerin sonunda küçük çiftçilerin düşük fiyat politikalarına ve borçlanmaya karşı çeşitli illerde sokağa çıktığı, hükümetleri istifaya çağırdığı kitlesel eylemlilikleri, hükümetleri mevcut politikalarını değerlendirmeye ve desteklemeleri çiftçi başkaldırısını dizginleyecek çekilde düzenlemeye itmiştir. 

2000’lerin başında uygulamaya konan dönüşüm projesine karşı çiftçilerin düzenlediği büyük mitingler ülke kamuoyunda da ciddi yer buldu. Tekirdağ, Balıkesir, Manisa, Ordu illerinde, Ziraat Odaları’nın öncülüğünde düzenlenen bu mitinglere binlerce çiftçi katıldı. 2006 yılında Ordu’da düzenlenen fındık mitingi, yaklaşık 100 bin çiftçinin katıldığı, Türkiye tarihinin en büyük çiftçi eylemlerinden biridir. Ziraat Odaları ve kooperatif önderliklerinin eylemlilik süreçlerinde aldığı tutumlar karşısında, 2000’lerin başında köylü ve çiftçilerin kurdukları Tüm-Köy-Sen ve Çiftçi-Sen gibi yapılar, bu eylemlilik süreçlerinde yer alarak bağımsız bir hat oluşturmaya çalışmışlardır.

Tarım işçilerinin azınlık kesiminin çalıştığı TİGEM ve Atatürk Orman Çiftliği’nde 90’larda yaşanan grevler de önemli ücret artışları sağlamıştır. Mevsimlik tarım işçilerinin direniş eğilimleriyse 2000’ler itibariyle kendini daha çok göstermiştir. Çukurova bölgesinde işçilerin kurdukları dernekler aracılığıyla mevsimlik işçilerin yaşadığı sorunlara dikkat çekecek bir imza kampanyası düzenlendi. 2007 yılında Ankara Polatlı’da 30 bin işçi iş bıraktı, Çukurova’da 50 bin tarım işçisinin örgütlediği grev yevmiye fiyatlarında düzenleme sağladı. 2012 yılında Manisa Turgutlu’da 500 mevsimlik işçi yevmiye fiyatlarının düşürülmesini grev yaparak engelledi. 2020 yılında Çukurova bölgesindeki işçiler ve işçi elçileri iş bırakarak düşük yevmiyeleri protesto etti. 2022 yılında Manisa Soma’da mevsimlik işçiler ödemelerini almak için sokağa çıkarak eylem yaptı. 

2000’lerde başlayan su, rüzgar, jeotermal, maden gibi ortak varlıkları özelleştirme ve bunlar üzerinden sermaye birikimi elde etme saldırısı karşısında, her bölgede ciddi köylü mücadeleleri gerçekleşmiştir. Çoğu zaman yerel inisiyatifler oluşturarak direnişe geçen köylüler, gerek hukuki gerek fiili mücadele yoluyla pek çok yerde bu saldırıları durdurarak yaşadıkları bölgelere, ortak varlıkları olan dere, orman, yayla, mera ve köy varlıklarına, geçim araçları olan tarım alanlarına sahip çıkmış, toplumsal mücadelenin önemli bir dinamiği haline gelmiştir. Kamuoyunda çevre mücadelesi olarak ifade bulan bu direnişlerin ana gövdesinde tarım emekçileri yer almıştır.

Tarım Emekçilerinin Örgütlenmesi ve Tarım-Sen

Tarım emekçilerinin bu direniş ve örgütlenme eğilimlerinin istikrarlı, kalıcı, yeni haklar üreten ve hak kazanımlarını genelleştiren bir örgütlenmeye dönüşemediğini ifade etmemiz gerekiyor.  Mevcut örgütsüzlük halinin uzun bir tarihi var ve örgütlenme kültürünün son derece cılız olduğu tarım emekçilerinin bu kaderini değiştirmek, tarımsal yapının güncel örgütlenmesini ve sermaye saldırılarını karşısına alan mücadeleci, ısrarlı ve uzun erimli bir pratikle ancak mümkün olabilir. 

Tarımda ürünün hasat zamanının belirleyici olması, tarım emekçilerinin üretimden gelen gücünü ifade eder. Patronlar, bu dönemlerde gerekli sayıda işçiyi çalıştırmaya muhtaçtır. Küçük ölçekli üretim yapan çiftçiler, büyük şirketlerin hammadde ihtiyacını karşılar. Dolayısıyla, üreticilerin örgütlü bir şekilde pazara ürün getirmemesi, patronlar karşısında önemli bir kozudur. Yaşam alanlarını ve geçim araçlarını savunan çiftçilerin ise, kaybedecek başka şeyleri olmadığı koşullarda, birliklerini sağlamaları ve mücadele etmeleri çok daha olanaklı hale gelir.

Tarım emekçiliğinin kendi içsel farklılaşması, örgütlenme ve mücadele etme pratiklerinde göz önüne alınması gereken önemli bir dinamiktir. Küçük çiftçiler hak ve taleplerini dile getirirken, taban fiyatlarının düzenlenmesinde devleti muhattap olarak görmektedir. Ancak, her geçen gün üretim süreçlerini daha fazla kontrol eden şirketler, önümüzdeki dönemde daha da çok muhattap haline gelecektir. Pek çok bölgede tüccarlar, orta ölçekli işletmeler ve büyük şirketler faaliyet yürütmekte, fiyat belirleme ve emek rejimini düzenleme rolünü üstlenmektedir. 

Tarım işçileri içinse muhattaplığın farklı katmanlarda ortaya çıktığı görülmektedir. Büyük ve orta ölçekli işletmelerde çalışan yüzlerce tarım işçisi için patronlar doğrudan muhattaptır. Gündelikçi, yevmiyeci, yarıcı tarım işçileri için muhattaplık biçimleriyse karmaşık ve çetrefillidir. Bazı yerlerde küçük çiftçiler patron pozisyonundayken, bazı yerlerde orta ve büyük işletmeler, kooperatifler, yerel yönetimler patron pozisyonunda olduğundan, hak ve taleplerin muhattabı bu kesimler olmaktadır. Mevsimlik ve göçmen tarım işçilerinin yol, barınma, sağlık gibi sorunları, dayıbaşı-elçilik-çavuşluk gibi aracılık kurumları, muhattapların yerel devlet birimleri, belediyeler, dayıbaşları, patron örgütleri ve temsilcileri gibi çeşitlenebildiğini göstermektedir. Tüm tarım emekçilerinin örgütlenme hakkı, işyerlerinin denetimi, sosyal güvence gibi genel hususlarda ise devlet asli muhattap olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Tarım emekçilerinin üretimden gelen gücünü kullanabilmesinin temel koşulu, kendi taban birliklerini, iletişim ve dayanışma ağlarını örgütlemektir. Tarımda emeğiyle geçinen tüm kesimlerin, şirketler ve devlet karşısında haklarını talep edecek, tabandan örgütlendikleri yapıları inşa etmek Tarım-Sen’in öncelikli hedefidir. Bu amaçla, tüm Türkiye çapında tarım emekçilerinin iletişim ve dayanışma ağlarını kurmayı, il, ilçe, köy ve işyerlerinde komite ve meclisler şeklinde örgütlenmeyi esas alıyoruz. Sendikanın ana yürütmesi emekçilerin oluşturacağı komite ve meclislerdir. Kararlar, komite ve meclislerde birlikte tartışılarak alınır.

Tarım-Sen her ne kadar 1 no.lu işkolunda kurulmuş bir işçi sendikası olsa da, işkolu kapsamına girmeyen sigortasız, gündelik veya mevsimlik çalışan işçilerin, küçük üreticilerin; yani, emeğiyle geçinen tüm tarım emekçilerinin hakları için mücadele etmeyi esas almakta, ortak mücadelelerini savunmaktadır. 6356 sayılı Sendikalar Kanunu’nun çizdiği işkolu ve üyelik sınırları, emekçilerin grev, toplu iş sözleşmesi, işyeri yetkisi gibi süreçlerini patronlar lehine düzenleyen yapısı, sendikaları dar, kısıtlı ve işlevsiz bir yapıya sürüklemektedir. Tarım-Sen, üyelik odaklı bir sendikal pratiğe değil, emekçilerin taban birliklerini oluşturmalarına odaklanır. Resmi üyelik kapsamına girmeyen herhangi bir tarım emekçisinin sorununu üstlenir; mücadele yollarını birlikte aramayı önüne koyar. 

Tarım-Sen, tarım emekçilerinin yaşadıkları sorunların kaynağı ve nedenlerini anlamayı, Türkiye tarımının dönüşümü süreçlerini analiz ederek bu dönüşüme göre örgütlenme stratejileri geliştirmeyi esas alır. Tarım emekçilerinin direnme ve mücadele eğilimlerini güçlendirmek, taban birliklerini sağlamak ve ülke çapında hak taleplerini dile getirecek kanalları yaratmak, sendikanın kısa ve orta vadeli hedefleridir. Tarımsal yapının eşitsizlik ve adaletsizlik üreten, baskı, sömürü, güvencesizlik ve geleceksizlikten başka herhangi bir yaşam vaadinde bulunmaya işleyişini tarihin çöplüğüne gönderecek bir mücadelenin parçası olmaksa, Tarım-Sen’in asli hedefidir. 

Diğer İçerikler

Son Eklenenler